Kapalı
havanın soğuk rüzgarı, dün geceden açık kalmış pencerenin arasından yatak
odasına sertçe esiyordu. Alarm sesiyle uyanan Jason, yorganı üzerinden attığı
çıplak vücuduna temas eden soğuğu iliklerine kadar hissetti. Çenesini
titrettikten sonra, yeni uyanmış birinden beklenilmeyecek bir çeviklikle
yatağından ok gibi fırlayıp doğruca cama yöneldi. Bu sırada ayakları
kalorifere temas ediyordu.
Yarı açık
gözleriyle hiçbir zaman kapağı kapanmayan dolabından ütüsü düzgün olan bir
gömlek alıp üzerine geçirdi. Bir yandan düğmeleri iliştirirken, diğer yandan
çalışma masasına yöneldi. Havalı görünen bir saati sağ bileğine takarken
kendisini aynadan süzdü. Her zamanki gibi kendisine hayran bakışlarla
bakıyordu. Kendisine fazlasıyla güvenebilen birisiydi. Kendini süzme seansı son
bulduktan sonra takım elbisesini giymeye devam etti.
Kıyafet
yönünden kendisini hazırladıktan sonra mutfağa yönelen Jason, dolaptan
kahvaltılık gevrek çıkarıp sütle karıştırdı. Seri bir şekilde gevreğini
bitirdikten sonra salondaki üçlü koltukta dün geceden bırakılmış çantasını alıp
hızlı adımlarla çıkış kapısına yöneldi. Dairesinden ayrıldıktan sonra koşar
adımlarla merdivenleri inerken bir anda duraksadı. Ceplerini ve çantasını
yokladıktan sonra indiği basamakları tekrar çıktı. Hızlı bir şekilde dairesinin
kapısını açtıktan sonra içeri daldı. Bu defa ayakkabısını çıkarmadı. Yatak
odasındaki komidinin üzerinde duran cep telefonunu aldıktan sonra tekrar
kapıdan dışarı çıktı.
Aynı
serilikle merdivenleri inerken telefonunu yokladı. Geceden kalma okunmamış bir
mesajı vardı. Saatine baktığında gönderildiği zamanın, gecenin epey geç bir
vakti olduğu anlaşılıyordu. Üstelik mesajın sahibi, rehberde kayıtlı olmayan
bir numaraydı. Ekran kilidini açtıktan sonra mesajı okumaya yeltendi. Oldukça
kısa, ancak anlamsız bir mesajdı.
Sırrını biliyorum.
Bu ne anlama gelebilirdi?
Her gün onlarca insanın maruz kaldığı anlamsız, hiç komik
olmayan eşek şakalarından biri olduğuna kanaat getirdikten sonra mesajı
silmekle yetindi.
Hemen ardından apartmanından ayrılan Jason, aşağı caddede
park edilmiş olan aracına binip yoluna koyuldu.
Çalışma zamanıydı.
...
İçinde küçük de olsa kuşku beslemeye başlayan Jason’ın
dalgınlığı, iş arkadaşları tarafından fark edilmeye başlamıştı bile. Jason,
dalgın dalgın o zevksiz şakayı kimin yapmış olabileceğine dair teoriler
üretirken, bir türlü bir noktada uzlaşamıyordu ve bir sonuca varamıyordu. Bu da
bir nebze de olsa baş ağrısına sebep oluyordu.
Jason’ın haftalık rutininde çok renkli aktiviteler yoktu.
Çoğunlukla çalıştığı bankadan biraz geç saatte çıktıktan sonra evine gider,
yemeğini hazırlar, televizyonda denk geldiği bir filmi izlerken karnını
doyururdu. Daha sonra yorgun hissedip yatardı zaten. Bazı günler iş yerinden
arkadaşları olan Dave ve Stan ile birlikte birkaç mekana gider, küçük çapta
eğlenir, karnını doyurur ve evin yolunu tutardı. Çok nadir de olsa, kuzeni
yemeğe çağırır, beraber bir akşam geçirirler ve Jason evin yolunu tutardı.
Jason, ürettiği teoriler arasında kaybolmuşken, bir anda
Stan belirdi karşısında.
“Bu akşam Dave ile 80’s Club’a gideceğiz. Yeni platoniği
sahne alacakmış.”
Jason güldü.
“Yeni platoniği mi?”
“Aynen, yeni platoniği. Geçen akşam sahne arkasında
görmüş. Araştırıp ismini öğrenmiş. Bu akşam da solist koltuğuna oturacakmış.
Onu dinlemeye gidiyoruz. Bir fırsatını bulup tanışma umuduyla yanıp tutuşuyor
garibim.”
“Bu kaçıncı?”
“Artık saymayı bıraktım. Ama artık birini ayarlamamız
gerekiyor. Yoksa bu gidişin sonu hiç iyi değil.”
Jason cevap vermedi. Kısa süren sessizliği bozan Stan
oldu.
“Geliyor musun?”
“Bana uyar.”
Acaba mesajı atan Dave ya da Stan olabilir miydi? Neden
olmasın? Mevzu bahis eşek şakasıysa, bunu en yakın çevreden birinin yapma
potansiyeli, samimiyetin daha az olduğu insanlara nazaran daha fazlaydı.
Bir anda kendini kaybeden Jason, ayağa fırlayarak Stan’ın
yakasına yapıştı.
“Bana doğruyu söyle, sen misin? Eğer o mesajı sen
attıysan hemen söyle, çünkü hiç komik değil!”
“Ne oluyor sana? Kendine gel!”
Stan, bütün gözlerin üzerinde olduğunun bilincinde, yakasına
yapışan iki eli sakince kendisinden uzaklaştırarak ellerin sahibi olan,
kendisini kaybetmiş arkadaşını yatıştırmaya başladı.
“Beni korkutuyorsun Jason.”
“Özür dilerim, bir an kendimden geçtim.”
“En iyisi seni yalnız bırakayım. Kafanı topla.”
“Kusura bakma.”
“Dert etme.”
Jason’ı bu derece gergin kılan şey, gelen mesajın bir
şaka olma ihtimali değildi. Bilakis, o kişinin doğruyu söyleyen bir şantajcı olma
ihtimaliydi. Çünkü Jason da çok iyi biliyordu ki, çok temiz bir geçmişe sahip
değildi. Geçmişinden kurtulmak için bir çıkış yolu ararken, Virginia’daki bu
bankada bulduğu iş onun için yepyeni bir fırsattı. O da bu fırsatı geri
tepmeyerek, geçmişine dair her şeyi Oregon’daki kilitli bir kutunun içinde
bırakmıştı ve orada çürümeye yüz tutmasını temenni etmişti. Şimdi açıkça
görünüyordu ki, o kutunun içindekiler bir bir onu Virginia’ya kadar takip
ediyordu sanki. Ve eğer bu mesaj, umduğu gibi bir şaka değilse gerçekten hoş
olmayan bir durumla karşılaşacaktı, muhtemelen.
Aldığı ikinci ağrı kesiciden sonra müdür yardımcısından
yarım gün izin isteyerek evinin yolunu tuttu. Yarı kapalı gözleri ve halsiz
bedeniyle kendini apartmanın içine atan Jason, merdivenleri sanki düz duvarı tırmanıyormuş
gibi hissettiği basamaklarla çıktıktan sonra, elini attığı çantasından
anahtarını çıkararak kapısını açtı. İçeri girdikten sonra üzerini bile
değiştirmeden kendisini salondaki en büyük koltuğa atarak birkaç dakika içinde uykuya
daldı.
...
Gözlerini açtığında, onu uyandıran şeyin zil sesi
olduğunu anladı. Başını kaldırdığında kafasının ne kadar uyuşuk olduğunu
hissetti. Kendini toparlayarak kısmen sürünür adımlarla kapıya ulaştı. Kapı
deliğinden kontrol ettiğinde, gelenlerin Dave ile Stan olduğunu fark etti.
Ardından kapıyı açtı.
Göz göze geldiklerinde ilk konuşan, grubun sözcüsü
niteliğindeki Stan oldu.
“Mesaiden yeni çıktık. Seni kontrole gelelim dedik.
Kötüysen bu gece seninle kalabiliriz.”
“Benden dolayı potansiyel gelini dinleme fırsatını
kaçırmanızı istemem.”
Birkaç saniye kimse konuşmadı.
“İhtiyacım olan şey biraz gürültü. O zaman moda girerim.”
Jason bunu söyledikten sonra, kapıdakilere bekleyin işareti
yaptı ve banyodan yüzünü yıkadı. Biraz daha kendine gelmiş hissediyordu. Hemen
ardından koşar adımlarla kapıya yöneldi ve dışarı çıktı.
“Ne bekliyorsunuz?”
...
Jason saatini yokladı. Sekize yaklaşıyordu. Jason, Dave
ve Stan ile 80’s Club’da bir masada oturuyordu. Önlerinde sipariş ettikleri
yiyecekler ve alkoller dururken, duman altı ortamda neredeyse hiçbir şey
görünmüyordu. Neyse ki, sahneye yakın oturuyorlardı. Yakın oturuyorlardı ki,
potansiyel gelin adayı Dave’i görüp fark edebilirdi.
“Eğleniyor muyuz beyler?”
Potansiyel gelin adayını, yani Yohanna’yı görmek için
sabırsızlanan Dave, bu soruyu sorarken tüm coşkusunu gösteriyordu. Kendisi
açıkça eğleniyordu. Diğerleri için de durum farklı değildi. Stan kendini
dubstep müziğe kaptırmışken, Jason kafa dağıtıp mesaj hakkında hiçbir şey
düşünmemeyi başarabiliyordu. İkisinin de bu akşamdan tek beklentisi bunlardı
zaten. Yani onlar için ters bir durum yoktu.
Jason, alkolünden bir yudum almak üzereydi ki, cebindeki
titreşim, şişeyi tutan elinin havada kalmasına sebep oldu. Şişeyi masaya
koyduktan sonra cebinden telefonu çıkarıp gelen uyarıyı yokladı. Bir mesaj
gelmişti. Üstelik, yine kayıtlı olmayan bir numaradan. Bir anda gözleri fal
taşı gibi açıldı. Büyük bir heyecanla telefonuna gelen mesajı açarken, kalbi
adeta durmak üzereydi.
Rekabetin kurbanı: Matthew.
Jason’ın eline geçen: Koca bir hiç.
Mesajı görür görmez başı dönmeye başlayan Jason, kendini
zorla masadan iterek ayağa kalktı. İkinci adımından sonra elindeki telefonla
yere çakıldı. Kendini kontrol edemiyordu. Kafasındaki acabalar bir nebze de
olsa cevap bulmuştu. Ancak bulmasa muhtemelen çok daha iyi olurdu. Yerde iki
seksen uzanan Jason’ı kucaklayan Dave, Stan’a 911’i aramasını söylüyordu.
Jason artık kendinde değildi.
Devam
Edecek